17 Haziran 2015 Çarşamba

En Yakınındaki En Tehlikelisidir

Çok sonra yine geri geldim. Formdan düştüğümü de fark etmedim değil...

Venüs, ateşle oynadığının farkında değildi. Sevgilim ve arkadaşları o kadar tekin insanlar değildi. "Sakin olmasını ona da söyledim Venüs, inan bana. Ama o gitti. Üzgünüm. Elimden geleni yaptım. Beni de tehdit etti. Evine girdiğini anlayacak. Şu an bir çözüm bulmamız gerek." Bana baktı. Yine gözlerinde ıslak, üzgün ama fevri bakışlar vardı.
"Evine sadece girmekle kalmadım. Olay sadece o değil. Bana değer veriyor musun?"
"Tabiki! Annemden daha çok güveniyorum sana. Bilemezsin. Bazen tek gerçek arkadaşım olduğunu düşünüyorum."
"Öyleyse özür dilerim senden."
"Ne diyorsun Venüs? Neden özür diliyorsun?"
"Gideceğim. Öyle ya da böyle. Benim yüzümden senin de başının belaya girmesini istemiyorum. Özrümü kabul ediyor musun?"
"Evet, elbette. Eğer seni mutlu edecekse, özrünü kabul ediyorum." Ellerimi sıktı. Valizini topladı. Valiz dediğim de sadece bir sırt çantasından ibaretti. Gözyaşlarını sildi, çekmeceden bir pasaport çıkardı. "Pasaportun olduğunu bilmiyordum." Venüs'ü tanıyamıyordum, yaptıkları, söyledikleri... Ayrıca benim odamda o pasaportun ne işi vardı? Her şey o kadar saçma ve anlamsız geliyordu ki! O sırada bir takırtı geldi. Ne olduğunu anlayamadım.
"Duydun mu? O neydi? Claire, duydun değil mi?"
"Evet duydum." Bir daha aynı ses. Bir daha. Ve bir daha. 
"Biri pencerene taş atıyor." Venüs, perdeyi hafifçe aralayarak baktı, aşağıya. "Benden sevgilin olduğunu gizlemene gerek yoktu." dedi ama sesi o kadar kırgındı ki. Ne diyeceğimi şaştım. "Sen ön kapını oradaki ışığı aç. Ben arkadan çıkacağım. Claire.. Ah, sana bir anlatabilsem. Ama anlatamam. Sevgilin sana iyi baksa iyi olur. Sana kötü davranırsa ruhumun ona musallat olacağını söyleyebilirsin. O iyi biri değil ama artık ben de iyi biri değilim." İşler gittikçe sarpa sarıyordu.
"Pasaport senin mi?"
"Ah, hayır tatlım. Komik olma. Pasaport, Veronica Johnson'a ait."
"Çaldın mı? O kim?" Aldığım tek cevap sessizlik oldu. Odanın ışığını kapadı, aşağı indi. Kapkaranlık holde bana sarıldı. Bir şey demedi ve benim girişin ışığını açmamı bekledi. Arka kapıdan öylece çıkıp gitti. Jason'a kapıyı açtım. Geceleri bu saatlerde gelmeyi resmen gelenek haline getiriyordu bu çocuk! 

Jason içeri girdi. Beraberinde getirdiği korkuyu da hissediyordum. Biri arkadaşının evine girmişti, sinirliydi korkuyordu ve yapanın benim arkadaşım Venüs olduğundan emindi. "Daniel onu öldürecek. Burada mı o? Nerede?" Burada olmayışı onu ikna etmemişe benziyordu. Ellerimi beline doğru uzattım. Sarılacaktım. Sadece sarılacaktım. Ama cebinde.. Cebinde silah vardı. Benim anladığımı fark edince tereddütsüz çekti silahı. Saniyelerle oynuyorduk. Işık söndü. Evde biri daha vardı. Jason umursamazdı.
"VENÜS! LANET OLASI! YA GEL. YA DA CLAIRE ÖLÜR!" Saniyeler.. Evet saniyelerde oynuyorduk. Zorla nefes almaya çalıştım. Akciğerlerim, kalbim, beynim hepsi kontrolden çıkmıştı. Sevgilim. Bana. Silah. Çekmişti. Gözlerini inceledim. Dudaklarına baktım, titriyordu. Fısıldayarak benden özür diledi. "Bunu yapmazsam, Venüs'ün bulaştığı pislik bana bulaşacak. Ben öleceğim." Silahı alnıma dayadı. Ne kaçma ne de caydırma şansım vardı.
"Seni sevmiştim. Alnıma silah dayamana rağmen sanırım hala seviyorum." Metalin soğukluğu ve sertliğini alnımda o kadar net hissediyorum ki. Son anlarım. Venüs önceden "Öldürürler beni." dediğinde inanmam gerekirdi. "Neler oluyor?" dedim.
"Venüs bulaşmaması gereken işlere bulaştı. Önceleri sadece uyuşturucu meselesiydi. Borcu büyüdü. Söz verdiği şeyleri yapmadı. Borcu benim arkadaşıma vardı işte. Ondan çalıp ona geri verecekti. Para zaten işaretliydi anlardık verdiği zaman. Ama o sahte belge için harcadı parayı. Parayı verdiği adam yine bizim adamımızdı." Derin bir nefes aldım. Bütün cesaretimle silahı ittirdim, Jason silahı ateşledi. Omzum yanarcasına açıyordu, geriye savruldum. Çığlık attım. Koşmaya başladım, evden çıktım. Peşimden geleceğinden adım gibi emindim. Gelmiyordu. Koştum. Venüs'le kullandığımız, arka bahçeden anayola giden patikaya saptım. Çamura bastım, etrafa su ve çamur yayıldı. Sesi duydum. Umursamadım. Sonra ne durumda olduğunu görmek için paçalarıma baktım. Her şey çok hızlı yerleşiyordu yerine. Paçamdaki çamur değil kandı. Yerde bit pasaport vardı. Eğilip aldım. Koşmaya devam ettim. Ağaçların arkasına gizlendim, ayak sesleri vardı. Açıp pasaporta baktım. Veronica Johnson. Fotoğrafı seçemiyordum bir türlü. Ağacın dallarının arasından süzülen bir ışık demetine doğru kaldırdım pasaportu. Çok açık sarı saçlı garip bakışlı bir kadın vardı karşımda. Ve yüz fazlasıyla tanıdıktı. Venüs..
Tekrar sesleri duyduğum zaman artık çok geçti. Jason'un ellerini tanıdım. Ağzımı kapattı. Başladığını bitirmeye geldiğinden emindim..

Uyandı.
Hastanede omzu sargılıyken uyandı ama bir gözü görmüyordu. Doktorlar mucize dediler. O bir daha uyanmak istemedi.

1 Ocak 2015 Perşembe

It's Time To Wake Up

Uzun süredir yazmıyorum farkındayım, 1 yıl oldu evet.. Ama yine geri döndüm.

Fazla güzel gözleriyle süzmeye devam etti beni.
Fazla güzel gözleriyle süzmeye devam etti beni. Elindeki bıçağa baktım, iki karış uzunluğundaydı. Arkadaki koltukta, az önce boynunu kestiği sevgilisi oturuyordu. Boynundan hala kan akıyordu, vücudu hala sıcaktı. Yanağında Nicki'nin ruj izi duruyordu öylece, sanki James her an ayaklanacakmış gibiydi.
"Görmemen gereken şeyleri görmekte üstüne yok Emma," dedi. Elinde tuttuğunu bıçaktan yere kan damlıyordu. "Sana daha fazla iş çıkarmayayım.." Kar beyaz elbisesinin eteğine bıçağı siliverdi.
Küfür etti, "Bak senin suçun bu. Elbiseyi James almıştı."
"Ne yapıyorsan kendine yapıyorsun Nicki." İsmini büyük bir tiksintiyle söylemiştim.
Güneş gözlüklerim hala takılıydı.
"İsmimi söyleyişinden hoşlanmıyorum." Güneş gözlüklerim hala takılıydı. Nicki, yüzüne sıçrayan kana götürdü parmağını ve yaladı. "Yapabileceklerimden korkman gerek Emma, inan bana şu an çok zor bir durumdasın." Titredim. Hava soğuktu. Nicki'nin yüzünde memnun bir gülümseme oluştu.  Korkudan titrediğime yorması muhtemeldi. Bunu daha fazla sürdürmek istemedim.
Elime baktı. Lolipopu ağzıma götürmeden önce bir kahkaha attım.
Emma şu ana kadar oynadığım oyunun, oynadığımız oyunun farkında değildi.
"Biz genelde 2-3 gündür tanıdığımız insanlara güvenmeyiz. James'le tanışalı ne kadar olmuştu?"
Gözlüklerimi çıkardım.
"1 hafta kadar olmuştu."
"Bu onu tanıman için yeterli bir süre değil." Gözlüklerimi çıkardım. "Benim birine güvenmem genelde 75 yılı buluyor." James'i işaret ettim. "Onunla 253 yıldır beraber avlanıyoruz."
"Anlamıyorum..."
Yüzünde yine o hınzır gülüş vardı.
"Anlayacağını sanmıyorum. Şu an kansızlık yüzünden üşüyorum. James de yakında zarar görecek." James tam zamanında kıpırdanmaya başladı. Bu sefer Fransızca konuşuyordu. Cevap verdim, normale geri döndü.
"Bayanlar önden," dedi James. Yüzünde yine o hınzır gülüş vardı.

Uyandı.
Ellerinde kan vardı..