27 Aralık 2013 Cuma

Yalnızlık Cesaretti

Ne olacağına dair bir fikrim yoktu. Aklım geride bıraktıklarımdayken bir de yeni bulacaklarımı düşünüyordum. Otobüste horlayan amcalar, dedikoduyu bir türlü bırakamamış teyzeler o kadar boldu ki! Onların her yaptıkların da, her söylediklerin de bir amaç hissettiklerini görüyordum. Ben kendimi bu kadar boş hissederken onların bu kadar umursamaz, en ufak bir şeye o kadar değer veriyor olmaları enteresandı.
Ön tarafta oturanlardan bir çığlık geldi. Öyle dehşet dolu ve tiz bir çığlıktı ki...
Otobüs sağa doğru savruldu ve yandaki tarlaya girdik. Herkes bulduğu ilk yere tutunmaya çalışıyor, sağlam durmaya çabalıyordu ama pek başarılı olabildiğimiz söylenemezdi.
Otobüste küfürler başladı. Kurtulduk iç geçirmeleri, huzursuz konuşmalar dolandı etrafta.O kötülüğü, gerginliği havada elinizi uzatsanız yakalayacaktınız sanki. Durmuştuk tarlaya girince, 5 dakika kadar. Sonra yine hareket ettik ama yola doğru değil. Tarlanın içinden gitmeye devam ediyorduk. Etraf zifiri karanlıktı, otobüsün camlarına baktığınızda içerideki insanların yansımalarını görebiliyordunuz sadece. Kimse nereye gittiğimizi bilmiyordu. Tekrar bir fısıltı dolaştı etrafta.
"AFFEDERSİNİZ AMA NEREYE GİDİYORUZ BİZ? YOLDA OLDUĞUMUZU SANMIYORUM!" diye bağırdı birisi, hepimizin duygularına tercüman olmuştu bir anda. Ama yanıt gelmedi. Bağıran kişi sol çaprazımda oturuyordu. Dönüp ona baktığımda direkt olarak bana baktığını fark ettim. Bana bakıp gülüyordu. Gerildim. Bir şeyler biliyordu ve bilmiyor gibi davranıyordu bu adam. Bu adam tehlikeliydi. Bakışları beni resmen delip geçiyordu, bana bir kastı vardı bu adamın. Otobüs durdu.
Otobüsün kapısını açtılar. Bir kaç kişi aşağıya indi. Ben de indim.
Sahildeydim. O gülen adam karşımda bağdaş kurmuş oturuyordu. Kalkmak istedim, bağırmak istedim. Tanıdık birilerini görmek istedim. Oysa ki hepsi kilometrelerce geride benden habersiz bir şekilde hayatlarına devam ediyorlardı. Ben onları terk edince onlar da beni terk etmişlerdi yani. Farklı olmalarını istedim. Benim onlara yaptığımı onlar bana yapmasın istedim. Ama zaten onlar göze göz, dişe diş düzeyindelerdi ki ben onları arkada bırakmak istemiştim.
Yalnızdım. Karşımdaki adamın elindeki bıçak hayatımı tehdit ediyordu. Benim için kimse gelmeyecekti, gelmiyordu.
Uyandı.
Yalnız olmadığını bilmenin mutluluğuyla uyandı..

13 Aralık 2013 Cuma

The Bridge

Köprünün üzerinde yürüyordum. Yanımdan arabalar vızır vızır geçiyordu, azalan şeritten geçmeyi başaran arabalar alabildiğine hızla ilerliyor gibiydi bugün. Bir ilk gibiydi.
Köprü iki yana sallanıyordu sürekli, hissediyordum. Güvende olmadığımı söyleyen bir şeyler vardı. Tehlike kokuyordu yine ortalık. Kimi insanlar bağıra bağıra sağa sola koşuştururken ben yerimde donmuştum gibiydim. Vücudum orada sadece duruyordu. İnsanlar omzuma çarparak, ayaklarıma basarak etraftan geçiyordu, ama hareket edemiyordum. Bütün olanlar benim dışımda gerçekleşiyordu. İzliyordum. Sadece dışarıdan izleyebiliyordum, elimden tüm gelen buydu. Tekrar hareket edebilme arzusuyla resmen yanıp tutuşuyordum.
Ama olmuyordu. Bütün bu çabalarım umutsuzcaydı. Kendimi dışarıdan görmeyi bırakıp olaya dahil olmak istiyordum. Böylesi çok zordu kaçmak istiyordum ama olmuyordu. İnsanlar Avrupa yakasından Asya'ya doğru bir koşu koparmış gidiyordu da, NEDEN?
Bir şeyden, bir sonuçtan korkar gibiydiler. Arabasına atlayabilen arabasıylaydı ve kimse durup da birisini arabasına almıyordu. Etraf otostop çekmeye çalışıp en sonunda vazgeçen insanlarla doluydu ve artık insanlar otostop çekmeye çalışmaktan bile vazgeçmişti.
Geceleyin yanan ışıklar, FSM'nin üstünde hala duruyordu. Nasıl olduğuna anlam veremiyordum.
Köprüde bir patlama oldu.
Kulaklarım.
Çınlıyordu. Yine hissediyordum ama his güzel değildi. Kulaklarımı kapatıp yere yığıldım. Denize parçalar halinde asfalt düşüyordu. Koşamadım. Başım çok ağrıyordu ve düşünecek halim cidden ne yoktu.
Artık ne olursa olsundu. Yetmişti. NE olduysa beni bitirmişti artık ve içimdeki isteği, hevesi emip götürmüştü artık!
Ve benim de üstünde olduğum asfalt parçası yere düşüyordu. Yaptığıma kendim de anlam veremeyerek o parçaya tutunmaya çalıştım ama çabam boşunaydı. Asfalt fazla hızlı düşüyordu, suya girerken, asfaltın üstündeydim ama suyun içinde asfaltın altında kalmıştım. Geniş bir parçaydı ve ben onun altından yüzerek çıkamıyordum. Asfalt gittikçe derine doğru ilerliyordu ve beraberinde beni de götürüyordu.
Kenarına ulaşabilirsem, yüzeye çıkmaya çabalayacağıma dair söz verdim kendime.
Çünkü artık çok dibe gitmiştik ve bunu söz vermek önemliydi, nefesim yetmezse yüzeye çıkamazdım.
Bir hevesle asfaltın yanına geçebildim, artık asfalt aşağıya doğru giderken beni de götürmüyordu ama artık ben kendimi yukarı götüremiyordum ayağıma kramp girmişti. Yüzmem mümkün değildi.
Ellerimle çabaladım. Yetmedi. Yukarıda yanan ateşi görürken ciğerime dolan suyu hissettim.
Yetti dedim.
Uyandı.
Nefes alamadı.

29 Kasım 2013 Cuma

The Room

Anneannemin evindeyiz, odanın şeklinden, eğimli yerinden, üstünde uyumaya çabaladığımız koltuklardan anlıyorum. Bir de balkon kapısının yerinden... Ama balkon kapısının 2-3 metre kadar sağında bir kapı daha var. Biliyorum arkasındaki laneti. Hissediyorum. O lanet sanki daha önceden benim kalbimi esir almış, bana sahip olmuş gibi geliyor, anlam veremiyorum.
Kapıya iki kere tıklıyorum, "Anne ben bir daha girmek istiyorum oraya," diyorum anneme bakarak. Annem bilmem dercesine bakıyor suratıma ve bana o öyle bakarken kapının dehşetle gıcırdayarak lanetli odaya doğru açılmasını duyuyoruz. Cadının yüzünü hissediyorum. Nefesi yüzüme değiyor adeta, gözleri ve o dağınık saçma sapan saçlara baka kalıyorum. Benim yanımda olduğunu hissettiriyor bana lanet.
"Anne ne olur kapat! Yalvarırım anne, lütfen, n'olur!"
Ama annem ben ne kadar yalvarıyorsam o kadar uyuşuk davranarak aheste bir biçimde cebinden kapının anahtarını çıkarıyor. Sözde kapı kilitli olursa güvende olacağız. İçeriye bakmadan kapıyı çekiyor ve yine aynı uyuşuklukla kapıyı kilitleyip anahtarı da üstünde bırakıyor. Ablamın bana bakıp, beni aşağılarcasına güldüğünü görüyorum ama benim hissettiğim o nefesi onun hissetmediğini de biliyorum. Annemin yanına uyumaya gidiyorum. Aynı odada üç yatak yapmışız, anneannemin koltuklarına...
İçeriden gelen sesleri dinliyoruz. Lanet bana arkadaşlarımın isimlerini fısıldıyor. Kapıyı açmak laneti uyandırmış sanki. Tam uyuyacakken biz, dış kapı çalıyor. Kalkıp delikten bakıyorum. Ablamı onun çok eskiden kullandığı bir şapkayı giymiş bir halde, yanında kuzenimle görüyorum. -Kuzenim ablamdan 1 yaş büyük- ama ikisi de yıllar öncesinin görünümündeler. Çok garip diye söylenirken kendi kendime, ablam geliyor yanıma.
"Gelen kimmiş?" diyor, kapıyı işaret ediyorum baş parmağımla. Duraksıyorum biraz.
"Abla az önce sen geldin," Annem duyuyor bunu.
"Çabuk saklanın çabuk!" diyor telaşla. Anneme öyle safça güveniyorum ki, anlayamıyorum bile niye saklanmamızı söylediğini ama itaat ediyordum. Balkon kapısını açtım, balkona çıktım. Lanetli odanın da bir balkon kapısı vardı ve ne şansı ki sonuna kadar açıktı! Bu sayede ablamın bütün sakinliğiyle kapının kilidini açıp lanetli odaya girdiğini gördüm.
"Abla yalnı- yalnız- nereye girdiğinin farkında mısın?" diyorum kekeleyerek ve kendimi tekrar uyuduğumuz odaya, anneannemin salonuna atıyorum. Annem hızla kapıyı kilitliyor, hem de ablam odadan çıkmaya çalışırken. Ablamın sol bacağı, sol kolu odanın içinde kalıyor. Bir hayalet gibi kapının içinden geçebiliyormuş gibi, ama kilitlenince kapı ablamın resmen ortasında kalıyor. Ablam kafasını çeviriyor ve anneme kolunun, bacağının ve telefonunun içeride kaldığını söylüyor. Annem en rahat haliyle kapıyı geri açıyor.
O kapı kilitli olsa bile en başından beri lanetli odanın balkon kapısı açıkmış meğer... Zil bir yandan çalmaya devam ediyor. Ben bir anneme, bir ablama bakarken neyin, kimin gerçek olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Zil zırıldıyor kafamın içinde.
Uyandı.
Saat 7'de uyandı.
Bir daha da uyuyamadı.

22 Ağustos 2013 Perşembe

Göl

Yatağımda müzik dinliyorum. Uyanmışım ama yataktan kalkasım yok gibi. Annemle babam yine kavga ediyor duyuyorum bağrışmaları. Kalkıp kapımın kilitli olup olmadığı kontrol ettikten sonra tekrar yatıyorum yatağıma. Annemin ağlayışını ya da babamın sinirli yüz ifadesini görmeye hiç niyetim yok. Saati kontrol ediyorum, babamın bu saatte işte olması gerekiyor normalde. Bir terslik olduğu belli. Müziğin sesini dışardakileri duyabilecek kadar kısıyorum.
Annem "HAYIR!" diye bağırıyor. Evde bir arbede yaşanıyor, kulaklığın tekini çıkartıyorum. Adımlar odama doğru yaklaşınca biri duvara çarpıyor. Babam anneme hayatta vurmaz. Yataktan kalkıp kapının 1 adım kadar gerisinde duruyorum. Kafamı uzatıp kapıya dayıyorum. Ne olduğunu duyabilmek amacım. Sağ kulağım kapıya dayalıydı şimdi sol kulağımda Radiohead - House Of Cards çalmaya devam ediyordu kulaklıkta.
İlk önce havayı yarışını, o ıslık gibi sesi duydum. Kapını arkasında biri vardı. Kafamı kapıdan çekmemle baltanın kapıya saplanması bir oldu. Baltanın kapıdan geri alınışını izlerken ayağıma bir şey değdi.
Sıcak.
Parmaklarımı oynatınca sıvı şey parmaklarımın arasında dans etti.
Başımı eğip baktım.
Kan.
Kan gölü.
Kapımın altından kan sızıyordu. Kendimi zıplayarak yatağıma attım, bir yere basarsam lekesi çıkacaktı.
Kendimi kurtarmaya odaklandım. Balta şimdi ikinci kez kapıma saplanmıştı. Bir havluyla ayağımdaki ıslaklığı giderip çorap giydim. Ayakkabılarımı kapıp balkondan aşağı mı atlasam yoksa yandaki odaya mı geçsem diye düşünürken balta bir kez daha kapıma saplandı. Balkona çıktım. Evin içi çok tehlikeliydi. Aşağıya atladım.
Apartmanın sağına doğru gitmeye başladım. Köşeden kontrol ettim, ileride kimse yoktu.
Diğer köşeyi döndüğümde birine çarptım. Iri yarı, dişleri kirli, pis bakışlı bir adam beni kollarımdan tutuyordu şimdi.
"Ne bu acele küçük hanım?"
"Bırak beni!" Debelenmeye başladım. Adamın bana vurmasıyla gün ışığı gözlerimi terk etti.
Uyandı.
Uyuduğundan farklı bir yerde uyandı.

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Love Is A Lie

"Çok önceden almıştım bu önlemi. Ne diyeceğimi düşünmüştüm. Hani bugün gelirse, kendime ve sana hatırlatabilmek için. Sinirle ya da çok büyük bir üzüntüyle yanlış şeyler söylememek için. Söylediysem bile kendime gelip durumu düzeltebilmek için.
Seni ben çok seviyorum. Sesini düşünürüm, gülüşünü, kokunu.. hepsi her zaman ezberimdedir. El ele tutuştuğumuz zaman hissettiğim o avucunun içindeki sıcaklık, başımı göğsüne koyup kalp atışlarını dinleyerek uyumanın verdiği huzur hiç gitmez aklımdan. Uyumak üzere dağılırız, ben bunları düşünerek uyurum.
Sen benden 15 adım uzaktayken, yanındayken bile aramızda 1000 km var gibi gelirdi bana. Ama sevgin kalbimde oyle sıcaktı ki, sanki yine sen yanımdasın da öyle uyuyormuşum gibiydi.
Ben seni çok sevmekten korkmuştum. Aşktan korkmuştum. O yüzden ben  konustuğumuzda tutarsız davrandım." dedim.  Gözleri bunları söylemek için çok geç olduğunu bana acı acı bildirirken o göz yaşlarımı sildi.
"Üzgünüm ama senin beni severken kendini harcamanı izleyemeyeceğim,"

"Üzgünüm ben en başından biliyordum. Biz seninle ya çok mutlu olacaktık ya da birimizden birimiz aldatacaktı. Bunu yapanın sen olması daha iyi çünkü ben senin arkandan konuşacak kadar düşmeyeceğim. Seni seviyorum ama bu seninle birlikte olmak istediğim anlamına gelmiyor," 
Yüzüme afallamışçasına baktı. Sanki ben zayıfmışım o beni teselli etmeliymiş ruh halinden sıyrılıyordu yavaş yavaş. Yani artık sorumlu hissetmiyordu. Her hücresine özgürlük yayılıncaya kadar onu izledim. Gülümseyişine öz güven yine oturdu.
"Siktir git, diyorum kısaca," dedim "Senin gibi bir pezevenge ne arkadaş ne de sevgili olarak ihtiyacım var,"
Yine afalladı.
Uyandı.
Kalbinin kuş gibi özgür kalışıyla uyandı.

20 Ağustos 2013 Salı

Duramazken

Elinde sigarası, bir keyifle içerdi ki gitar çalmaya ara verdiğinde. Sigaram yoktu, istemeye çekinirdim.
Çekinirken izlerdim.
İşaret ve orta parmaklarının arasındaydı sigara.
Külü düştü düşecek.
İçine çekti derin derin. 3-4 saniye tuttu içinde zehri.
Seslendi ona sevgilim dediği biri.
Dışarı kaçarcasına çıktı duman.
Bir kaç güzel söz dökülürken dudaklarından.
Canım sigara istedi, zehrin ciğerlerime yayılışını yine hissetmek istedim. Başım dönsün. Rahatlayayım..
Eski bir bankta oturuyordum şimdi. Bu sefer yaktığım son sigarammış. Hem paketin sonu, hem de içtiğim son sigara olacakmış. Kokusundan, dumanından her şeyinden tiksinmişim. Bir sonbaharda deniz kenarında boğazı izlerken karar veriyordum. Hayatım değişecekti.
Sonra arkamdan uzanan iki el gözlerimi kapattı.
Uyandı. O iki el gözlerini serbest bırakırken saçma bir dünyada uyandı.

23 Nisan 2013 Salı

Evden Uzakta Olmanın Kabusu

Benim değildi artık orası. Benim olmaktan çok uzaktı.
Bir ezikliği vardı evimde olamamanın ve arkadaşımın evinde kaldığımda hep böyle hissediyordum.
Boşluk vardı ve derindi. Tabağı, çatalı nereden alacağımı bilmiyor, tuvaletin yerini sürekli unutuyordum sanki. Aslında bildiğim şeyler orada kalmaya gelince bana yabancılaşıyordu.
Onun koltuğunda oturmuş, onun zorla elime tutuşturduğu çayı içmekte zorlanmakla uğraşırken yanıma geldi. O da oturdu.
"Senin evi terk etmeni beklemiyordum." dedi. Nasıl yani dercesine baktım, "Arkadaş grubumuzda evden kaçabilecek bir sürü insan var ama sen? Sen en dengeli, en mantıklı ve en aklı başında olanımızdın. Beklemiyordum gerçekten."
"Orası artık benimmiş gibi hissetmiyordum. Benim değildi artık orası. Benim olmaktan çok uzaktı. Orayı öyle işgal ettiler ki benim yatağım bile benim olmaktan uzaktı. Her yerde başkasının eşyaları.."
En sonunda bağrınmaya başladım.
En sonunda bağrınmaya başladım.
"ARTIK SİLAHI ONUN KAFASINA DAYAYIP ÖLÜŞÜNÜ İZLEMEK GELİYOR İÇİMDEN."
"Neyse sakin ol. Çayından iç. İstersen banyo yapabilir, uyuyabilirsin. Ama bence en iyisi misafirlerim gelince bize eşlik etmen."
Uyandı. Sinirle uyandı.
ter içinde uyandı.

22 Nisan 2013 Pazartesi

Sınav Haftasındayken

BUT....
Her zaman düşündüğüm, her sabah umutla uyandığımda aklıma gelen şeydi:
Yeni bir gün.
Yeni fırsatlar.
Ve bazen günün anlam ve önemine bağlı olarak bazı şeyler ekleniyordu.
Yeni bir SINAV?
İşte o zaman tam anlamıyla error veriyor beynim. Ne biliyorsam unutma gibi bir alışkanlığım var çünkü.
Ama matematik sınavında klasik sorularla karşılaştığımda ne yapacağıma dair gerçekten bir fikrim yoktu.
Önceden herkesin oturacağı yer belirlenmiş olacaktı, seçme şansımız yoktu.
Kopya çekmenin de garantisi yoktu. Bildiklerimse..? Eh öyle de bir şey yoktu. Ertesi gün uyandığımda kendime söveceğimi bile bile dünkü partiye gitmiştim. Hiçbir şey yapamayacağımı bile bile sınava girmek istemiyordum.
Söylene söylene yataktan çıktım. Derste dağıtılan formüllerin yazılı olduğu kağıdı aldım ve kahvaltımı yaparken biraz bakmaya çalıştım ama olmuyordu.Anlamayı bırak ezberleyemiyordum bile. En sonunda evden çıkıp okula gidip gerçeklerle yüzleşmeye karar verdim.
Uyandı. Sınava 1 gün vardı.

20 Nisan 2013 Cumartesi

İstanbul'da Uyanmak

Arabalar.. Her yerde arabalar vardı. ve trafik.. O kadar yoğundu ki.Ve ben bir yolun ortasındaydım. Arabaların ışıkları gözümü alıyordu. Yolun kenarında annem bana sesleniyordu, "YAPMA!" Gözlerimi yumdum.
O kadar hızlılardı ki saçlarımı uçuruyorlardı. Güzel bir histi ama...

Uyanamadı.

8 Mart 2013 Cuma

Deniz

Pansiyondaki yatağımdayım. Klasik bir akşam olduğunu hissediyorum. Her şey eskisi gibi. Odadakiler benden daha önce uyudular. Uyuyamıyordum. Tek gariplik buydu. Normalde istediğim zaman uyurdum, etrafıma baktım. Kızların dünyadan haberi yoktu.
Elimden geldiğince az gürültü yaparak yataktan kalktım. Koridorun sonundaki cama giderken ara kapıyı arkamdan çektim.
Deniz ve yaza duyduğum özlem o kadar netti ki, ne yapacağımı bilemedim. Yine gidip ranzada uyuyacak olmak çok rahatsız ediciydi. Denizi izledim uzunca süre. Sonra kendimi deniz kenarında buluverdim.
Ağaçlar.. Hem de çam.
Sadece tarla.
Hava o kadar temiz ki, anlatamazdım. Özlediğim şey buydu. Çam gölgesindeki serinliğin saçlarımı okşaması ardından suyun serinliği.. Dalgalar. Deniz çok güzeldi.
Sonra kuraklığı görür gibi oldum ama sadece tarlaydı. Sadece tarla. İstediğime sahip olamayacağımı önceden bilmem gerekirdi.
Kafamda çalan şarkıya anlam veremiyordum, enteresandı. Ellerim benim yerime dans ediyordu sanki.
"Ne yapıyorsun?" dediler.
İstediğime sahip olamayacağımı önceden bilmem gerekirdi.
"I can't get that trumpet out of my head" sözcükler döküldü teker teker. Hissettirdiği şey rüzgardı kafamdaki şarkının, dans etmeye çağırıyordu insanı. 
"I woke up and I can't get that trumpet out of my head"
UYANDI.
Hayalkırıklığına uyandı.

22 Şubat 2013 Cuma

Ateş ve Barut, Etki ve Tepki

Benim ailem, onun ailesi bir masa etrafında oturmuş. Önemli bir akşamdayız belli, yemekler yeniyor. Şarap kadehleri, kahkahalar ve şakalar birbirine karışıyor.
Tanıdığım biri değil ama tanıyormuşum gibi geliyor nedense. Bir aşinalık var, gözümü ısırıyor bir yerden. Bu o ya! Bu o! Kahkaham yüzümde donuyor. Bu çok sıkıcı bir durum. Biz onunla küsmüştük, şimdi aynı masada yemek yiyoruz. Bu benim arkadaşlık çizgilerimin dışına çıkmaya teşebbüsü sonucu aldığım bir önlemdi. Telefon numarası duruyordu bende belki ama onunla kesinlikle iletişime geçme niyetim yoktu.
Hemen karşımda oturuyordu, gözlerimle benimle gel dedim ona. Anladı. Beni takip ederek mutfağa geldi. Ben ona sırtımı dönmüştüm, ellerim mutfak tezgahına dayalıydı.
"Ne var?" dedi.
"Soruyorsun bir de?!" ona doğru döndüm.
"Buraya nasıl gelebildin?"
"Ne demek istiyorsun?"
"Bal gibi de biliyorsun. Arkamdan iş çevirdiğin yetmedi mi?!" sesimi çok zor kontrol ediyordum.
"Biliyorlar ki."
"NASIL?!"
"Sırf seninle son kez olsun konuşabilmek için annenden rica ettim. Biliyorsun o beni sever." gülümsedi. Ama neden gülümsediğini anlamadım, bana göre gülümsenecek bir durum yoktu. Sinirliydim.
"Bu ne yüzsüzlük ya?" dedim.
"Seni seviyorum." dedi. Gözlerim doldu ama öfkeden. Çok ters köşe olmuştum. Kulağıma fısıldadı. "Her şey için çok özür dilerim affet." Onu benden geriye doğru ittirdim.
"Konuşma," dedim. "Sen konuştukça öfkeleniyorum." Gözlerindeki umut pırıltısı bir saniye içinde titreyerek kayboldu.
"Ama lütfen anlatmama izin ver-" dedi.
"Seninle ilgili hislerimi anlatayım mı?" dedim kafasını evet anlamında salladı. Tokat attım. "Şaşırdın bakıyorum. Ne bekliyordun ki?" Annem mutfağa girdi. Birkaç tabağı mutfaktaki masanın üstüne bırakıp odadan tekrar çıktı.
Ben onu dinlemiyordum o konuşuyordu..
Ateşle barut yan yanaydı, hiç kimse fark edemedi.

Uyandı..

10 Şubat 2013 Pazar

Mutluluk Yanılsaması

Mutluluk neydi ki? Ben papatyalarla dolu bir yerde koşuyordum. Üzerimde yazlık bir elbise... Saçlarım savruluyor, elbisemin etekleri dalgalanıyor.. Rüzgar yüzüme vuruyor.
Ama galiba bütün olay klasik mutluluk tablolarından kurtulup kendi mutluluğumuzu bulmamızda. Kendi mutluluk tablomuzu yaratmamızda..
Ama buradaki asıl olay benim arkamdan gelen adamdı. Benim arkamdan da bağırıyordu üstelik! "Kaç!" diyordu. "Kaçmazsan kesin yakalanacaksın."
Kim öldüreceği kişiye kaçmasını söylerdi ki? Papatyalar hızla solmaya, kararmaya başladı. Boyunlarını büktüler. Renkler kayboluyordu, her taraf grinin tonlarındaydı. Yağmur yağmaya başladı.
Olaylar değil düşünceler vardı.
Ama uyanmak istemedi...

Haftasonu geri döneceğim. :)


9 Şubat 2013 Cumartesi

Because of Being Human

Zarar her zaman en yakınından gelir derler. Haklılar..

Yatağımdaydım. Sesler duyuyordum. Ve sesler kesinlikle evin içinden geliyordu. Üst kattaki komşudan ya da dışarıdan gelmiyordu. %100 emindim. Kesindi.
Korktum. Ancak bunu gizlemem gerekiyordu farkındaydım. Yorganı neredeyse burnuma kadar çektikten sonra uyuyormuş gibi davranmaya çalıştım. Ama ben bu kadar korkarken bunda başarılı olmam neredeyse imkansız gibi gözüküyordu.
Odamın kapısı açıldı. Nefes alış-verişimi düzene sokmaya çalıştım. Sanki güzel bir rüya görüyormuşum gibi... Sanki uyuyormuşum gibi..
Annemin sesini duydum. Ancak böyle içim rahatlayabilirdi. 
"Acıktım." dedi. "Bana eşlik etmek ister misin?" Yatağımın yanına geldi. Bana baktı. Karanlıktan dolayı önce bir şey anlayamadım.
Gözleri simsiyahtı. Dişlerini gördüm sonra.
"Ha-Hayır sana katılabileceğimi sanmıyorum anne!" diye kekeledim.
"Benden korkmana gerek yok tatlım." dedi. Bildiğin tıslıyordu. Annem vampirdi?? Hem şaşkınlığımı hem de korkumu gizlemem gerekiyor gibi hissediyordum. Sanki korkum ona güç veriyordu. "Sana o hep istediğin ölümsüzlüğü verebilirim." dedi.
"Ölümsüzlük bu kadar itici olmamalı," dedim.
Annem bileğimi ısırmak üzereydi..
Uyandı.

8 Şubat 2013 Cuma

Her Şeyden Sonra İntikam

O kadar mı korkunç görünüyorum?
Gittiğim yer son derece tanıdıktı. Onun evine gidiyordum. Eski sevgilimin evine gidiyordum. Kanım öfkemle kaynıyordu. Her şey daha yoğundu. Her şeyi yapabilirmişim gibi hissediyordum. Hızlı yürüyordum. Hem de çok hızlı. Sanki doğaüstü güçlerim varmış gibi.
Evine girmeyi bırak, odasındaydım! Hemen dibinde. Bilgisayardaydı ve kulaklıkları takmış onun müzik dediği şeyi, bir saçmalığı dinlemekle meşguldü.
Ona kendimi fark etmeden odasını gezdim, eşyalarını karıştırdım.
Annesi geldi. Beni görünce korkudan ne yapacağını şaşırdı. O kadar mı korkunç görünüyorum? dedim. Git ve bir daha gelme. 
Eski sevgilimin hala hiçbir şeyden haberi yoktu. Zavallı diye düşündüm. Başına geleceklerden tamamen habersiz internette geziniyordu. İşi gücü yoktu belli.
Odasında yapacak başka bir şey kalmadığında bilgisayarının kapatma tuşuna mı bassam, yoksa onu korkutsam mı diye düşündüm. Korkutmak daha güzel geldi. Ama yine de acıdım. Omzuna dokundum. İrkildi.
"Senin.. Senin ne işin var burada?" dedi. Sesi biraz öfke, biraz korku, biraz pişmanlık ve biraz da şaşkınlık karışımıydı.
"Aslına bakarsan buraya pek de isteyerek gelmedim." dedim.
"Peki niye geldin?"
"İçgüdülerim beni buraya getirdi."
"Geziyorum, beni önceden rahatsız edenleri öldürüyorum.
Eğleniyorum falan işte."
"İç-.. İçgüdülerin mi?"
"Evet! Aynen öyle. Sonra baktım aslında istiyormuşum gelmeyi."
"Ne istiyorsun?"
"Seni özlemişim." dedim. "Seni istiyorum." sandalyesinden kalktı.
"Anlat o zaman. Nasılsın? Nasıl gidiyor?" korkuyordu benden. Bu kesinlikle hoşuma gitmişti. Hoş bir duyguydu. Güldüm.
"Geziyorum, beni önceden rahatsız edenleri öldürüyorum. Eğleniyorum falan işte. Asıl sana sormalı,"
"Pek bir şey yaptığım yok." dedi. Dediklerimi analiz edememişti herhalde. Acıdım. Bana yaklaştı. Tam dibimdeydi. Filmlerde kahramanların öpüştüğü sahnelerden biriydi. Ama burada böyle olmayacaktı hisediyordum. Onu öpecekmişim gibi ellerimi boynuna koydum. Ve o tam burnumun dibindeyken fısıldadım;
"Şu an boynunu kırmamak için kendimi çok zor tutuyorum."
"Ciddi değilsin. Ciddi olduğuna inanmak istemiyorum." dedi. Güldüm.
"Hem de hiç olmadığım kadar ciddiyim."
Ve Uyandı...

7 Şubat 2013 Perşembe

"O" ve Huzur

Bir koku var. Hoş bir koku. Büyük ihtimalle bir erkek parfümü. Bütün yüzsüzlüğümle kokuyu derin derin soluyorum. Biraz özel de bir koku olsa gerek. Bana bir anlam ifade ediyor gibi ve ben sanki anlamını çıkartamıyorum. Yanımdan sürekli insanlar geçtiği için kokunun sahibini göremiyorum.
Yokuş yukarı yürümeye devam ediyorum. Hemen sağımda bir kaldırım var ama kaldırım oldukça dar ve sadece "var" diyebilmek için yapılmış gibi. Sırtımda da sırt çantamı hissediyorum. Diğer günlere kıyasla çantam oldukça hafif. Sağ elimle çantamın kayışını tutuyordum ve kayışı bırakıyorum.
İçimde anlamsız bir huzur var, anlayamıyorum. Sonra aklıma o geliyor. Onun benim yanımda olması, benim olması yani sevgilim olması fikri çok hoş. Gülümsüyorum. Ama o insanları çok zor beğeniyor bunu biliyorum ve benim çok uzağımda olduğunun da ayrıca farkındayım. Yine de hayali bile hoş geliyor, düşüncelerimi engelleyemezler nasılsa diye düşünüyorum.. Acaba dünya nasıl bir yer olurdu? Herkes mutlu ve ruh eşini bulmuş olsaydı, herkes huzur içinde olsaydı nasıl olurdu? Acaba yine sorun çıkartmaya yer arayanlar olur muydu?
İçimdeki ses, Sadece kendine güvenmen gerek diyor. Evet, belki de ona yakın olabilmenin bir yolu bu. Onunla iletişime geçebilmenin yolu kendime güvendiğimi etrafıma göstermek. Rahat davranmak. Belki bunlar insanları çekiyordur.
Sağ elimde başka bir el hissediyorum. Yavaşça tutuyor elimi.
Ele bakıyorum, ardından kolunu takip ediyor bakışlarım. Elimi benden habersiz tutmaya kalkanın kim olduğunu görmeyi, elimden geldiği kadar engelliyor gibiyim. Her şey ağır çekimde yaşanıyor. Yüzüne bakıyorum.
O. Elimi tutan o. Belki de hayat bizim imkansız gördüğümüz şeyleri gerçekleştirerek bize bir mesaj vermeye çalışıyor.
Ben de onun elini kavrıyorum. İçimden Mutluluk buymuş! diyorum. Sanki ne düşündüğümü anlamış gibi bakıyor gözlerimin içine. Bakıyorum, gözlerinin içi gülüyor.
"Belki," diyor. "Belki sensin benim için doğru kişi. Ne hissettiğimi bilmiyorum ama," diyor gülümserken. "Bence denemeye değer. Seninle aramızda özel bir şey var. Özel bir çekim var."
"İnanamıyorum." diyorum.
"İnan. Bu hiçbir şeyin olmadığı kadar gerçek."
"İnanması çok zor ama," diyorum. Onu yanımda görmek, elini tutabilmek sihrin gerçek olduğunu keşfetmişim gibi bir his veriyor.
Eli öyle büyük ki elim onun elinde kayboluyor gibi. Birlikte yürümeye devam ediyoruz. Parfüm onun parfümüymüş meğer. Çünkü o güzel koku yanımdan hiç gitmiyor. Sonsuzluğu bulmak gibi bir şey. İsteğimin gerçekleşmesi çok güzel. Sonucu ne olursa olsun, bu anları hatırlayıp o zaman da mutlu olacağım. Küçük bir teselli gibi...
Gökyüzüne bakıyorum. güneş gözümü alıyor.
Uyanıyor. Ama uyanmanın mutlu bir tarafı yok bugün. Sanki hep olduğundan daha yalnız gibi.

6 Şubat 2013 Çarşamba

Gölge

Uyandım. Karanlıktı. Hala gece yarısı olmalıydı ama saatin kaç olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Kafamı sola doğru çevirdim. Asıl niyetim kalkmaktı.
Balkon kapısını gördüm. Aralıktı. Yatmadan önce kapattığıma emindim. Yatağımdan kalkmak ve balkon kapısını kapatmak istedim. Ama kalkamadım. Hem yeterli cesaretim yoktu, yeterince paranoyaktım hem de kalkamıyordum. Tam anlamıyla hareket edemiyordum. Bir daha denedim ve bir daha denedim. Başarısız oluyordum sadece.
Üst kattan gelen anlamsız tıkırtıları dinledim. Çıkan sesleri anlamlandıramıyordum. Gece yarısı eşyaların yerlerini değiştiriyor olamazlardı. Açık bir anlamsızlık ve tehlike geziniyordu evin içinde.
Tavana baktım. Karanlık gölgeler uçuyor gibiydi. Kanatlarını görüyordum. Sadece hayal ediyorum dedim kendi kendime. Uçan korkunç figürler vardı.
Gözlerimi kapattım. Tekrar açtığımda o gölgeler, şekiller yok olmuştu. Tekrar balkon kapısına baktım. Siyah bir el sinekliği gıcırtıyla açtı. İçeri neredeyse emekleyecek kadar eğilmiş bir şekilde girdi.
Korkudan gözlerimi kapattım. Varlığını hissediyordum.
Yanımda tam yanımda duruyordu. Çığlık atmak istedim. Atamadım. Evdekiler için de endişeleniyordum. O adam kimdi? Hırsız mıydı yoksa psikopatın teki mi? Yutkundum ve bütün cesaretimi toplayıp gözlerimi açtım. Hemen yanımda duruyordu. Yalvararak baktım. Gözleri tamamen simsiyahtı.
İşaret parmağını dudaklarına götürerek susmamı işaret etti.
Lütfen bana zarar verme, dedim. Güldü ama pis bir gülüştü bu. İnsanı şüphelendiren ve daha da korkutan bir gülüştü. Çığlık atmayı denedim ama hala atamıyordum. Ağzımı açamadım.
Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.
Ayağa kalktı. Gözleri gözlerimdeydi. Odamdan çıktı.
Ve tekrar uyandı.

5 Şubat 2013 Salı

"Daydream" Hakkında

Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Rüyaların, kurguyla bir araya geldiği bir yer olacak burası. Ben rüyaları kaydetmeyi severim. Bu blogu açmam da böyle oldu. Hoşgeldiniz bloguma. :) Umarım iyi geçinebiliriz.
Beni aranıza kabul ederseniz çok memnun olurum.